11 Şubat 2019 Pazartesi

Uzun zaman oldu :)

Hakikaten baya uzun zaman oldu. Blogu açtıktan sonra Blog "Yazarı olmak nasıl bir şey acaba?"  diyerek Blogger ları takip etmeye başladım önce. O arada ben de bir şeyler de yükledim sayfama ama evlilik, çocuklar, profesyonel işim girince araya çoook uzun bir ara vermişim. Bu arada 2 takipçimin hala duruyor olması ayrıca hoşuma gitti. Şimdi bile takipçilerimin son paylaşımlarını okuyacak vaktim yok, çocukları alacağım okuldan :) Bu sayfayı yaşam gailesini biraz olsun farklılaştırmak, geleceğe notlar bırakmak için kullanırım diye düşünmüştüm ama düşündüğüm gibi olmadı. Akıllı Telefon almadım ısrarla ama geçtiğimiz yaz whatsapp sayfalarını takip etmek için ben de aldım bir tane. Kısacası ben de teknolojiye yenik düşüyorum belki de. Pek çok işimi kolaylaştırdı mesela akıllı telefon, projelerimi anında takip edebiliyorum mesela ama hala sevebilmiş değilim çünkü sosyal medya bile artık eskisi gibi değil. Sürekli takip etmek ve cevap yazmak zorunda kalıyorsun. Eskiden "bilgisayara bakacak vaktim yok" olabiliyordu. Ben yine de şanslı sayıyorum kendimi çünkü hala akılsız telefonumu kullanıyorum dostlarım ile haberleşmek için. Sözde akıllı olanı da sadece sosyal medya ve profesyonel veya gönüllü projelerim ile bağlantılı kişilere ulaşmak için kullanıyorum. Dostlarımı hala akılsız telefonum ile arıyorum. BAKALIM NE KADAR DEVAM EDECEK BU DURUM?! :) Bu paylaşım biraz dertleşmek, biraz da sizi hatırlamak için vesile olsun. Fırsat bulduğumda daha fazla vakit ayıracağım, deyip yine müsaade isteyeyim :)

21 Haziran 2012 Perşembe

Zor Olan Çalışmak Değil !


          Bir Bloger'ın paylaştığı yazı hakkında “yorum” eklemek istedim ama yazdıklarım yorumun dışına taştı. Bloger, "çalışıyor olmaktan" keyif alamadığını yazmış. Anlamı sandığınızdan farklı ! Çalışmaktan değil, birlikte çalıştığı mesai arkadaşlarının birbirlerine karşı olan tavırlarından şikayet etmiş. en de ona dedimki; Yetişkin olmaya başlamışsın, aramıza hoş geldin J
         Benim hikayem çok uzun ve burada gereksiz, ama naçizane bir tavsiye göndereyim, işine gelirse faydalan; Kimseye, iyi niyetli de olsa akıl vermeye, dertlerini paylaşmaya kalkma, dert küpü olursun. Üstelik kıymetin de olmaz! Sadece “profesyonel” bir ilişkin olsun tüm mesai arkadaşlarınla. O zaman, çalışma ortamdan dolayı hiç üzülmezsin! :) Zaten ileriki yıllarda dediğim şekilde davranmayı tercih edeceksin. Erken fark edersen benim yaşadığım bunalımları atlayarak devam edersin yoluna. Para kazandığın her iş profesyonel bir iştir, kimse seni sevmek zorunda olmadığı gibi sen de kimseyi sevmek zorunda değilsin. Yaş kendiliğinden ilerleyecektir değiştiremezsin, ama başkalarının streslerini üzerinden uzak tutarsan zihnin daha temiz kalır!
          Sağlıcakla kal, sadece kendi dünyanda kal! Emin ol orası yeter :)   

 Not : Bir de, çok okuyup çok dinlemiş, çok izlemişsin. Çok şey biliyorsundur sen şimdi! Çalışma arkadaşlarının senden ürkmesi doğal ! J

4 Haziran 2012 Pazartesi

Erkek olmak "matah bir şey" olabilir mi?

Hiç te öyle olmuyor. Dün evde temizlik günüydü. Bil bakalım evi kim temizledi? Kadınlara göre daha zeki, daha çevik, hatta konu temizlik olunca daha güçlü bile olabiliyorum :) Erkek olmanın da kendine göre sıkıntıları var bilesin. Hem kadınlar bir konuda daha şanslı; erkek kadını öğrenmeden önce kadınlar erkeği öğrenmiş oluyorlar! En azından zaaflarını öğreniyorlar. Biz sizin zaaflarınızı çok sonraları öğreniyoruz, o zaman da iş işten geçmiş oluyor. İleride tüm eşyaları aldırır, sonra da temizliğini bile yaptırırsın :)
Şunu da yazarsam çok mu olur bilmiyorum; 26 yaşımda iken beni kimse tutamazdı. "Nasıl tutamazdı" sorusunu yavaş yavaş, aralara serpiştirerek cevaplamayı düşünüyorum burada. Bakalım hayat gailesi ne kadar izin verecek ?

Kadın olmanın keyfini çıkar. Erkeklere " siz ne kadar şeker, ne kadar küçük şeylersiniz öyle " der gibi bak. Onlar evini döşer, temizliğini yapar, çocuk altı değiştirir, hatta çok güzel yumurta bile kırabilirler :) Keyifli bir gün ve hafta diliyorum!

SAMSUN

Samsun'u arkadaşlarıma tanıtmak amacıyla çektiğim resimlerden 78 adedini seçtim slayt yapmaya çalışıyorum, ancak henüz başaramadım :) uzun zamandır yazı eklemediğim için sayfamı açanlar ve elbette esas olarak takipçilerim bilsin istiyorum; Blog işini bırakmış değilim , fırsat bulsam çok güzel işler yapabileceğimi biliyorum ancak hayat telaşı her zaman izin vermiyor. Bakalım, eğer slayt olarak ekleyemez isem doğrudan fotoğrafların linkini açıklamaları ile birlikte yükleyeceğim . Herkese slm

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Tokat 'ta Bir Tıfıl :) Boy 1.45m Ağırlık 39kg



Tokat Kalesi
           İlkokuldan sonraki ortaöğrenim hayatıma yatılı öğrenci olarak devam ettim. Tokat'taki maceralarım için sayfalar dolusu yazabilirim, ancak sadece aklımda en çok yer eden birkaç tanesinden bahsedeceğim;  Önce, "Tokat'tan mı geliyonda gız sen Almus'lu musun?" u bir dinleyelim :) yöresel bir sanatçı söylüyor, bulabildiğim en temiz yöresel kayıt. Sesim hiç te türkü söylemeye uygun değildir ama bu türküyü Tokat Kalesindeki Topun bulunduğu Burçtan Tokat'ı seyrederken mırıldandığımı hatırlıyorum :)
           Gıjgıj Tepesi; Hayatımda ilk kez gördüğüm yeşil kertenkeleleri olan Gıjgıj tepesi! Karadeniz'de kahverengi, küçük ve çok şirindir bizim kertenkelelerimiz, oysa Gıjgış'dakiler kocamandı ve oralı çocuklar çiyan diyorlardı, zehirli olurmuş. Topçam Dağı; Heybetinden etkilenip hep çıkmak istemişimdir zirvesine, ama o kadar uzaktı ki 25 kg - 1,39 cm lik Cengiz için ! Günlüğümü hala saklarım, bu rakamları oradan biliyorum :) Resim Dersi için yaptığım iki karakalem  resimden biri "Tokat Kalesi" diğeri de "Topçam Dağı" idi. Her ikisini de çok aradım ama bulamadım, sanırım ödev olarak okula verdim ve orada kaldılar. Güzel çizmiştim. Belki de Resim Öğretmenim almıştı sergilenmek üzere. Gümenek Parkı; İçindeki canlı otlar ve yosunlardan dolayı yemyeşil ama cam gibi berrak akan suyu olan, huzur veren bir mekan. 1m genişliğe rağmen bir o kadar da derinliği  olan ve Tavşan Elması ağaçlarının  arasından akan derelerin, o derelerin birleşmesi sonucunda oluşan koca bir nehrin bulunduğu, Tokatlıların mesire yeri Gümenek! Tokat Kalesi; Bazı cumartesi günleri kahvaltımı yaptıktan sonra, her öğünde yemekhaneyi en son terkettiğim için bana “ ihtiyar “ lakabını takan mutfak ustası Ahmet Usta'dan aldığım azıkla Tokat Kalesine çıkardım. Saat 11 00'e doğru, Tokatlı olduğunu sandığım bir pilot, uçağı ile Tokat Kalesi ile Gıjgıj tepesi arasında kalan Tokat Şehri üzerine uçağı ile bir kez pike yapıp yoluna devam ederdi. Uçak, Tokat Kalesinden daha alçak bir irtifaya pike yaptığı için, Kaledeki Topun bulunduğu Burç’tan  aşağıya ayağını sarkıtan Orta-1 öğrencisi Cengiz’in altından geçerdi J Beni görmediğini bile bile, “belki görür” diye uçağın pilotuna el sallardım. J Tokat  kalesi ve arkasındaki tepelere yaptığım geziler, oluşmakta olan hobilerimin yıllar öncesindeki habercileri imiş, şimdi fark ediyorum! Tokat Kalesindeki Topun üzerinde çekilmiş tek fotoğrafımı, Lise öğrencisi, ve aynı zamanda “Fotoğrafçılık Kulübü“ üyesi olan, pansiyona yerleştirirken babamın beni emanet ettiği Mustafa abim çekmişti. Burada, niye “ağabey” yazılıp “abi” diye okunacağını anlamadığım kelimeyi okunduğu gibi yazıyorum J Arkadaşlarla başka fotoğraflar da çektirmişimdir muhtemelen, ama ya onlar bana ulaşmadı, ya da ben onları saklamayı başaramadım. Mustafa Abi’nin çektiği o fotoğraf Tokat Günlüğümün içinde hala durmaktadır. Yeşilırmak; Ben hayatımda ilk kez bu kadar büyük bir Irmak görüyordum. Tokatlı arkadaşlar da hayatlarında hiç Deniz görmemişlerdi. J Bana “deniz” in neye benzediğini sorduklarında “ Şehrin içinden geçen Irmağın binlerce kat daha fazla genişlediğini düşünün, işte deniz öyle bir şey “ derdim! ama hiçbirine  “Deniz” in nasıl olduğunu bir türlü  anlatamadımJ Bazı hafta sonlarında 1-2 arkadaşım ile birlikte Yeşilırmak’a yüzmeye giderdik. Irmakta ne kadar yüzülebilirse tabii ! Irmakta yüzmek elbette mümkün olmuyordu ama Tokatlı çocuklarla birlikte “Yeşilırmak“ ta suya girmek çok hoşuma giderdi! Onlara Deniz kavramı ve büyüklüğü ne kadar enteresan geliyor ise banada bir Irmak o kadar ilginç geliyordu. Bu imgeler benim Tokat'taki Yatılı Öğrencilik Günlerimle ilgili aklımda kalan en kuvvetli 5 imgedir.
Taşhan
           Bu arada, Tokat Kalesinin bulunduğu tepenin Tokat Meydanına bakan yüzündeki Kocaman  mağaradan ( giriş yüksekliği 50-60 m vardır ), o meydandan yukarıdaki bir mahalleye çıkan birkaç yüz basamaklı merdivenden, Tokat Kalesinin arka tarafındaki gizem dolu zindan ve irili ufaklı mağaralardan, Patates Baskısı Yazmaların üretildiği Taşhan'dan, İlk defa Tokat a gittiğimde tattığım Tokat Çemeni ve bol baharatlı Tokat Yemeklerinden, kışın ilk derslerin kulak ve burun ısıtma harekleri ile başladığından, Sabahın erken saatlerinde, hiç kar yağmamış olmasına rağmen kırağı nedeniyle her tarafın bembeyaz olmasından, büyük şehirlerden birinden gelen ve Anadolu turnesi yapan gezici tiyatro sayesinde izlediğim ilk tiyatro oyunundan,bedeni bana büyük gelmesine ve kollarımın sarkmasına rağmen, pansiyonda kalan yatılı öğrencilere dağıtılan ekose desenli ceketten dolayı ne kadar mutlu olduğumdan,ilk haftasonu çamaşırlarımı yıkayıp astıktan sonra  bir daha bulamadığım siyah çoraplarımdan birer cümle de olsa bahsetmek isterim :)
           Tokat'la ilgili pek çok anım var elbette, aslına bakarsanız çokta uzatmadan azıcık hatırlamak ve bazılarını size de aktarmak isterim; Annesinin, "ağzı süt kokuyor hala, nasıl göndereyim ben yavrumu Samsun'dan 4,5 saat uzaktaki bir şehre" diye göz yaşı döktüğü (o zaman 4.5 saat sürüyordu, çok net hatırlıyorum) benimse, "yahu ben kocaman adam oldum, bırakın gideyim" diyerek dil döktüğüm bir dönemden sonra babam beni son sınıf öğrencisi  Mustafa abiye ve pansiyon görevlisi Tokatlı Mustafa amcaya emanet ederek Samsun'a döndü. İlk akşam acayip keyif aldım :) bana bir dolap ve yatak verdiler. Alt ranzaya yerleştim. Çok çirozum, düşerim diye alt ranzayı verdiler sanıyordum ama sonra öğrendim ki alt ranzada yatağı düzgün tutmak çok zormuş :) Gelen geçen oturduğu için tekrar tekrar düzeltmek zorunda kalıyordum! Yatak düzgün olmazsa belletmen Apdullah hoca çok kızıyordu :) Hayatta ise ömrü uzun olsun, vefat etmiş ise Allah Allah rahmet eylesin!  Mehmet hocamı da çok severdim ama Abdullah hoca ilk belletmenimdi benim. Pansiyona yerleştiğim ilk akşam etüt (ders çalışma saati) var, ben de girdim sınıfa. Ne güzel yeni çocuklarla tanışacağım! Son sınıflardan Nöbetçi Öğrenci sınıfları geziyor, sükuneti sağlıyor. Birden elektrikler kesildi! az önce fısıltı ile konuşup tanışmaya çalışan benim gibi bir sınıf dolusu çocuk karanlıkta kaldık. Önce bir sessizlik…, içimizden birisi sessiz sessiz burnunu çekmeye başladı! sonra birden bütün sınıf hüngür hüngür ağlamaya başladık! işte o akşam, bir sınıf dolusu "çocuk" hep birlikte ve birdenbire büyüdük!
Gümenek
            Tavşan Elması'nı ilk defa Gümenek'teki ağaçlarda görmüştüm. Siz görmediniz ise tarif edeyim; Çocukken oynadığımız pıtık( bilye ) büyüklüğünde meyvesi olan, bodur ağaçlarda yetişen bir elma cinsidir Tavşan Elması! Gümenek, Tokat'a 15 km uzaklıkta, sonradan öğrendiğime göre de Topçam Dağı'nın eteklerinde 1600 m de bulunan  bir yayla köyünün adıymış aslında. Hala mesire yeri olarak kullanılıyor mu bilemiyorum ama benim zamanımda Tokat Belediyesi otobüslerinin çalıştığı bir mesire yeri idi Gümenek Parkı. Son otobüsü kaçırdığımız için bir arkadaşımla birlikte  ( Samsun'lu Gökhan, "Sağlam Kaya"  lakaplı Nail veya Samsun Yetiştirme Yurdundan Osman olabilir. Belki uğraşsam hatırlarım ama şimdi hatırlayamıyorum hangisi ! ) 4 saat boyunca yürüyerek pansiyondaki akşam yemeğine ve yoklamaya zor yetiştiğimiz  bir pazar günü,  benim pek çok ilki bir arada yaşadığım bir gündü !  Öğleden sonra 14 00 gibi başladığımız 15 km lik yolda gördüğüm ilkler bundan sonra da kolay kolay zihnimden çıkmayacaktır;  Tokat'taki Rum mezarlığı, İğde ağaçları, Sulama kanalının regülatörleri ! Dönüş yolundaki 4 saat içinde o kadar çok şey öğrendimki, yemek saati bitmeden yetiştiğimiz ve akşam yoklamasında "yok yazılmaktan" son anda kurtulduğumuz o günün akşamında pansiyona girerken biraz daha büyümüş, hayatla ilgili bilmediğim ne çok şey olduğunu farketmiştim! Aslına bakarsanız daha neler neler var benim Tokatla ilgili hafızamda; Eski bir köprü ile geçilerek ulaşılan, Yeşilırmağın öte yakasındaki Eski Tokat!  Semer yapan, kalay döken, bakır işleyen, ve hep neşe içinde sohbet eden ihtiyarları izlemek için bazı hafta sonları gittiğim Eski Tokat'ı  ve  oradaki eski evlerden birinde yaşayan güzel gözlü kızı nasıl unutabilirim ?! Ancak burada bitirsem iyi olacak galiba! Yoksa Ortaokuldaki Cengiz’in bir yazıya sığması mümkün değil! J Fırsat olursa tekrar bahsederim o tıfıl günlerimden. Şimdilik bu kadar!

Not; Yukarıdaki yazıda kullandığım resimleri google/görseller de "Tokat" başlığı ile yaptığım aramalarda seçtim! Emeğin asıl sahiplerine teşekkür etmek isterim, benim fotoğraflarla ilgili tek katkım onları tercih edip bu yazıda kullanmış olmamdır!

5 Nisan 2012 Perşembe

Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları

       İlkokulda iken harçlıklarımı biriktirip her hafta Milliyet Çocuk ve Tercüman Çocuk alır, fasiküller halinde ansiklopediler biriktirirdim. Uzay Ansiklopedisi,  Doğa Tarihi Ansiklopedisi her bir sayfasını defalarca okuduğum ve halen eski evimizde kolilerde sakladığım ansiklopedilerden ikisidir.Geçtiğimiz hafta sonu eski eve gidip sandıktan o ansiklopedileri çıkardım ve fotoğraflarını çektim! Şimdi bu sayfadalar :) İlkokulda iken pek çok kitap okumuşumdur elbette, ama o ikisini hiç unutmadım. Apollo 11'in ay yolculuğunu defalarca okudum. Neil Armstrong ile Ay'a ben de indim. Kara Deliklerin içine defalarca yolculuk yapıp diğer boyuta geçtim ve geri döndüm. Uzaylıların gemisi ile babaannemin fındık bahçesinden havalanarak uzaydaki diğer medeniyetleri tanıdım. Uzaylı dostlarım beni kendi gezegenlerine götürüp getirdi :) İnsanlık öncesi çağlarda yaşayan dev dinazorların nasıl yok olduklarını düşünüp, teoriler arasında kendi tercihimi yaptım :) Ha bir de Annemle köşe kapmaca oynayarak,tuvalet,yatak odası,balkon ... da gizli gizli okuduğum Teksas,  Tommiks,  Mandreke,  Zagor lar var. "Hay bin Kunduz!", "Ulu Manitu!" nidalarını belki siz de hatırlarsınız :)   
          Daha sonra ortaokul yıllarından unutamadıklarım;  Afacan Beşler, Gizli Yediler Çetesi, Robinson Crusoe, Denizler Altında 20 000 Fersah, 80 Günde devri Alem... . Elbette daha pek çok kitap okumuşumdur çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, bunlar hiç düşünmeden aklıma gelenler.
Üniversiteye gelince; Abdurrahman Dilipak'ın Bir Başka Açıdan Kemalizm  adlı kitabı, üniversite için gittiğim, Boğaziçi Köprüsünden ilk defa geçerken kendimden de geçtiğim :) her taşı altın olan şehir İstanbul'da satın aldığım ilk kitaptır. Üniversite yılarımda çok fazla kitap okuduğumu sanmıyorum. Elbette bazı kitaplar okumuşumdur elbette. Elime geçtikçe  Stephan King in romanlarını okuduğumu hatırlıyorum mesela. Bir kitap okuyarak insanın korkabileceğini ilk defa o zaman farkettim :) King'in kurgu yeteneğine, gerçekleşmesi mümkün olmayan olayları gerçekmiş gibi anlatmasına hayran olmuştum. Aslında üniversite yıllarımda çok fazla kitap okumasam da İstanbul'u yaşayarak kendime çok şey kattığımı düşünüyorum. O dönemde "İstanbul'u Keşfetmenin" yanısıra ders çalışmak, mesleki ezber yapmak, yabancı dil için çok önemsediğim mektup arkadaşlarıma mektup yazmak, ve gelen her bir mektubun çevirisini yaptıktan sonra, İngilizce yazma yeteneğim gelişsin diye kendi defterime aktarmak için kullanırdım zamanımın çoğunu.      
          Askerlik, benim en yoğun kitap okuduğum dönemdir! Aşağıda çok kısa bir paragrafla size tanıtmaya, tanıtmaya çalışacağım kitap ise benim askerliğim süresince okuduğum kitapların ilkidir. Birliğimdeki Kütüphane Çavuşu devrem Çenk sayesinde tam 26 kitap bitirdim askerde, 6 ayda 26 kitap! Acemi birliğinde iken aldığım Orhan Pamuk'un "Yeni Hayat" isimli kitabını saymıyorum çünkü onu sivilde dağıtım iznimde okudum :) Kitapları okuduktan sonra kütüphaneye geri teslim ederdim ancak kitapların yazarlarıni ve içeriklerini unutmak istemediğim için bir deftere kısa özetler yazmıştım. O özetleri saklamış olmam sayesinde sivilde de o yazarlardan bazılarını okumaya devam ettim. Buket Uzuner, o dönemde okuduğum yazarlar içinde beni en fazla etkileyen yazar oldu. Daha sonra ulaşabildiğim tüm kitaplarını sıra ile okudum. Ancak "Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları"ndan o kadar çok etkilendim ki daha sonraki yaşamımda o kitaptan kazandığım "yeni yerler keşfetmek için özgüven duygusu" hep yanımda oldu. Geçen yıl içerisinde, listemde bulunan ve beni takip eden dostlarım için aşağıdaki kısa paragrafı hazırlayarak göndermiş ve okumalarını tavsiye etmiştim. Daha fazla gecikmeden size de bahsedeyim istedim. Zor bulunuyor belki ama "Buket Uzuner" okumaya başlamadınızsa bu kitabı en kısa süre de mutlaka edinin, başladınızsa daha fazla gecikmeyin! Buket'in Rüyası bence bu kitapla başlıyor :)  
       " Bir Siyah Saçlı Kadının Gezi Notları " ; Buket uzuner in okuduğum ilk kitabıdır . Farklı ülkelerde farklı kültürler ile ilk kez karşılaşan bir üniversite öğrencisinin bakış açısı ile yazılmıştır. Buket Uzuneri en iyi anlatan - tanıtan kitabı budur bence. Bu kitaptan çok etkilenmiştim ama " inter rail " ile yurt dışına çıkma yaşını geçirmiştim kitabı okuduğumda :) Herkesin mutlaka okumasını tavsiye ediyorum. Çok yalın , ama bir o kadar da düşündürücü ve öğretici hikayeler var !" 

23 Mart 2012 Cuma

Yangın Var



        İnternet ortamındaki  ilk  yazılarımı, üyesi olduğum ve görüşlerimi paylaşıp meslektaşlarımla haberleştiğim bir grup sayfasında yazmaya başladım. Mesleki anlamda, ve elbette daha pek çok alanda muhalif bir yapım vardır :) Her zaman düşüncelerimi ve konu hakkındaki fikrimi açık açık söylerim. O nedenle arkadaş ve meslektaşlarımla paylaştığım sosyal ortamlarda "muhalif"  kişiliğim hep ön plana çıkarılır. O dönemde guruba gönderdiğim yazılardan birisi bir web sitesi tarafından dikkat çekici bulunmuş, aynı konuda benden bir yazı da kendileri için hazırlamamı istediler. Daha sonraları aynı web sitesi için başka yazılar da hazırladım. Çeşitli sosyal ortamlardaki arkadaş listem kabardıkça onlar için de küçük yazılar yazmaya başladım. Sanırım bundan sonra ağırlık bloglarda olacak :)  Bir blog yazarı için geçmişten alıntı yapmak ne kadar doğrudur bilemiyorum, ama güncelliğini koruyan ve blogumda bulunmasını istediğim bir iki yazım daha var. İlerde onları da sizinle paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki yazıyı Aralık 2011 de hazırlamışım; Umarım siz de bu filmi izlemiş ve olumlu şeyler düşünmüşsünüzdür ! ; 
       Bu filmi geçen hafta ( Aralık 2011 ) izledim ve herkese tavsiye ediyorum . Yılların acısını güldürerek anlatıyor . Yıllar önce Batman - Beşiri dolmuşuna ilk kez bindiğimde ben de çok şaşırmıştım; Ülkemin bir köşesinde, dolmuştaki herkes  benim bilmediğim bir dil konuşuyordu ve ben bu memlekette üniversite bitirmiştim !
       Bu arada, 1. Kaçkar-Trans faaliyetimde, Rize - Çamlihemşin - Ayder - Yukarı Kavron dolmuşuna ilk kez bindiğimde de çok şaşırmıştım; Dolmuştaki köylüler yine benim bilmediğim bir dil konuşuyordu ve ben o zaman 26 yaşında bir mühendistim !
       Henüz dağcılığa yeni başladığım o dönemde bir dağcı arkadaşımda Zugaşi Berepe'nin (Denizin Çocukları) Va Mişkunan ( Bilmiyoruz ) isimli bir kasetini dinlemiş ve bizi yönetenlere çok kızmıştım; "bu memleketin zenginliklerini  yıllarca bizden gizlemişler" diye! Ama artık işler değişiyor, umarım bu süreç daha fazla uzamaz. Hepimiz aynı vatanda yaşıyoruz, aynı haklara ve haksızlıklara sahibiz. "Kim daha çok eziyet çekiyor ?" diye bir yarışa girersek o zaman hepimiz kaybederiz!

21 Mart 2012 Çarşamba

İlk Takipçim Hoş Gelmiş !


       Blog yazmaya çok yeni başladım. O nedenle tüm fonksiyonları kullanmayı henüz öğrenemedim. Önceki gün yanlışlıkla "ezgi'nin günlüğü" nü silmişim takip ettiğim bloglar arasından. Tekrar geri dönmek istediğimde blog ismini unuttum! Çok uğraştım ama hatırlayamadım, sonunda takip ettiğim diğer sitelerdeki kendi linkim üzerinden buldum :) Bir siteye üye olurken resminiz dahil o anki profil bilgileriniz ve takip ettiğiniz siteler aynen kalıyor. Eğer geçmişte takip ettiğiniz siteleri unutur ve benim gibi yeniden ulaşmak isterseniz takip ettiğiniz sitelerdeki profil kayıtlarınız üzerinden ulaşabilirsiniz.
       Bizim buralarda "kısmetmiş" derler. Demekki ısrarcı olmasam ilk takipçimi kaçıracakmışım :) Ezgi'nin Günlüğü olmasa başkası olurdu elbette, ama o zamanda ben bu satırları yazma ihtiyacı hissetmez, Sadece "ilk takipçim hoşgelmiş" der geçerdim. "Atatürk Heykeli'nin konu ile ne ilgisi var" diye düşünenler mutlaka olacaktır. Şöyleki; madem bir blog sayfası açmışım, güzel şehrimin en değerli simgesini ilk takipçime hediye olarak göndermek isterim!

İLK TAKİPÇİM HOŞGELMİŞ :)

19 Mart 2012 Pazartesi

Fetih 1453

       " Fetih 1453 " e emeği  geçen herkesi kutlamak isterim. Sonunda geçtiğimiz Pazar günü vakit bulup izleyebildim.  29 Mayıs 1453 ün filmi artık yapılmalıydı, harika olmuş. Yalnız yaralı askerin zırhının pansuman makası ile kesilmesi biraz komik kaçmış, sahnenin ciddiyetine uymamış :) Fatih’in babasını hatırlayıp, oğlu Bayezit'i  yanına çağırıp sarıldığı sahne zihnimde yer etti. Başka da var elbette ama o sahne çok etkiledi  beni;  Bir Osmanlı Padişahı çocukluğunda babasına sarılmak istediğinde babası  ( Sultan II. Murat ) yanından geçip gidiyor. Fatih bu olayı hatırlıyor ve kendisine "sultanım"  değil de "baba" diye seslenen oğluna ( II. Bayezid ) sarılıyor.
         Eleştiri olmadan olmaz; Bilgisayar Efektleri ile oluşturulan sahneler çok belirgin olmuş, dikkat çekiyor. Kostümler için çok para ve emek harcandığı belli ancak Fatih'in zırhını yaparken beden ölçülerini tutturamamışlar :) Şunu mutlaka yazmalıyım ; Film için 3 saatten fazla kapalı bir salonda oturdum ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Filmi hiç sıkılmadan  izledim. Bence yönetmen zamanı iyi kullanmış. Filmin sonunda bir de şunu hissettim; Bize İstanbul'un Fethini anlatırlarken Fethin çok kolay olduğu gibi bir izlenim vermişler. En azından bende öyleymiş, filmi izleyince farkettim :)
       Şimdi sırada " Çanakkale 1915 " var. Bu filmin gerisinde kalmayan bir prodüksiyonla, hatta çok daha ileri bir prodüksiyonla " Çanakkale 1915 " mutlaka bir sinema filmine aktarılmalı! Fetih'in 6 milyon izleyiciye yaklaştığı söyleniyor, Çanakkale 10 milyonu geçecektir. Ancak yapımcı ucuza kaçarsa film elinde kalır, onu da vurgulayayım. Sanki öyle bir film çalışması olduğunu duydum. Ekim 2012 ye yetiştirmeye çalışıyorlarmış. Bir yıldan daha kısa  sürede çekilen bir Çanakkale filmi bence doyurucu olmaz. Bakalım, İnşallah güzel bir film olur, ama dediğim gibi " Fetih 1453 " ün gerisinde kalmamalı kesinlikle . 

2 Mart 2012 Cuma

Afiyetle...


       Aslında ikinci yazımı  farklı bir  konudan seçecektim ama geçen hafta öğle yemeği için girdiğim bir yer çok dikkatimi çekti. Dışarıdan farketmemişim,  içeriye  girince  karşılaştığım  görsellik ve sunumdan çok hoşnut kaldım. Sofra düzenini, " el işi " çatal  bıçak  kılıfını, ev yemeklerinin  lezzeti  ve çayın sunumunu  işletmenin boyutu  ile kıyaslayınca  kesinlikle behsetmem gereken  bir konu oldu  benim  için. Gerçi bu gün itibarı ile takip eden      
kimse yok ama olsun :)takip eden birileri olmasa da bloglar arasında gezinirken okuyan birileri çıkabilir.
       Sürekli gittiği güzel mekanlardan bahseden, Avustralya'dan balina fotoğrafları gönderen,  avukat,  serbest gezi yazarı, blog yazarı,  kedi sever  ve  meraklı  bir  hanımefendiye  nispet  olsun diye de bu yazıyı  yazmaya  karar vermiş  olabilirim  :) 
       Bu arada, ne yediğimden de bahsedeyim; Fotoğraflar güzel ama yeterli  değil elbette. Başlangıçta erişteli yeşil mercimek çorbası, ana yemek olarak pastırmalı kuru fasülye ve pilav, yanında da mevsim salatası. Yemekten sonra çay ikramı küçük kurabiyelerle birlikte yapılıyor. İlla bir öğün için kalkıp Samsun'a gelecek haliniz yok elbette :) ama olurda bir gün yolunuz Samsun'a düşerse, bir de canınız ev yemeği çekerse aklınızda bulunsun.
       Bu yazıyı hazırlarken amacım; severek yapılan bir işin nasıl keyif verdiğini vurgulamaktı. Umarım bu duyguyu size de aktarabilmişimdir. Yolu Samsun'dan  geçenler!  iki kardeş  hanımefendinin işlettiği ve tüm yemekleri "ev yapımı" olan, hamburger hariç :) ,  bir nevi "hobi evi"  tarzında  düzenlenmiş Afiyetle... - Yemek Evi'ne  uğramanızı tavsiye ederim. "Mecidiye" ile birlikte Samsun'un en eski  ve en meşhur mekanlarından biri olan "Çiftlik Caddesi" de hemen yakında. AVM lerin açılışından sonra eski şaşalı günlerini kaybetmiş olsa bile hala Çiftlik Caddesi'nin ayrı bir yeri vardır Samsunlular için. Şimdilik sağlıcakla ve hoşça kalın. Memleketimden güzel manzaralar eşliğinde yeniden  buluşmak üzere ...

AFİYETLE... : Pınar hanım - 0 362 234 07 61
Kahvaltı, Çorba, Salata, Ev Yemekleri, Tatlı Çeşitleri
Mantı, Su Böreği, Hamburger.