23 Mart 2012 Cuma

Yangın Var



        İnternet ortamındaki  ilk  yazılarımı, üyesi olduğum ve görüşlerimi paylaşıp meslektaşlarımla haberleştiğim bir grup sayfasında yazmaya başladım. Mesleki anlamda, ve elbette daha pek çok alanda muhalif bir yapım vardır :) Her zaman düşüncelerimi ve konu hakkındaki fikrimi açık açık söylerim. O nedenle arkadaş ve meslektaşlarımla paylaştığım sosyal ortamlarda "muhalif"  kişiliğim hep ön plana çıkarılır. O dönemde guruba gönderdiğim yazılardan birisi bir web sitesi tarafından dikkat çekici bulunmuş, aynı konuda benden bir yazı da kendileri için hazırlamamı istediler. Daha sonraları aynı web sitesi için başka yazılar da hazırladım. Çeşitli sosyal ortamlardaki arkadaş listem kabardıkça onlar için de küçük yazılar yazmaya başladım. Sanırım bundan sonra ağırlık bloglarda olacak :)  Bir blog yazarı için geçmişten alıntı yapmak ne kadar doğrudur bilemiyorum, ama güncelliğini koruyan ve blogumda bulunmasını istediğim bir iki yazım daha var. İlerde onları da sizinle paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki yazıyı Aralık 2011 de hazırlamışım; Umarım siz de bu filmi izlemiş ve olumlu şeyler düşünmüşsünüzdür ! ; 
       Bu filmi geçen hafta ( Aralık 2011 ) izledim ve herkese tavsiye ediyorum . Yılların acısını güldürerek anlatıyor . Yıllar önce Batman - Beşiri dolmuşuna ilk kez bindiğimde ben de çok şaşırmıştım; Ülkemin bir köşesinde, dolmuştaki herkes  benim bilmediğim bir dil konuşuyordu ve ben bu memlekette üniversite bitirmiştim !
       Bu arada, 1. Kaçkar-Trans faaliyetimde, Rize - Çamlihemşin - Ayder - Yukarı Kavron dolmuşuna ilk kez bindiğimde de çok şaşırmıştım; Dolmuştaki köylüler yine benim bilmediğim bir dil konuşuyordu ve ben o zaman 26 yaşında bir mühendistim !
       Henüz dağcılığa yeni başladığım o dönemde bir dağcı arkadaşımda Zugaşi Berepe'nin (Denizin Çocukları) Va Mişkunan ( Bilmiyoruz ) isimli bir kasetini dinlemiş ve bizi yönetenlere çok kızmıştım; "bu memleketin zenginliklerini  yıllarca bizden gizlemişler" diye! Ama artık işler değişiyor, umarım bu süreç daha fazla uzamaz. Hepimiz aynı vatanda yaşıyoruz, aynı haklara ve haksızlıklara sahibiz. "Kim daha çok eziyet çekiyor ?" diye bir yarışa girersek o zaman hepimiz kaybederiz!

21 Mart 2012 Çarşamba

İlk Takipçim Hoş Gelmiş !


       Blog yazmaya çok yeni başladım. O nedenle tüm fonksiyonları kullanmayı henüz öğrenemedim. Önceki gün yanlışlıkla "ezgi'nin günlüğü" nü silmişim takip ettiğim bloglar arasından. Tekrar geri dönmek istediğimde blog ismini unuttum! Çok uğraştım ama hatırlayamadım, sonunda takip ettiğim diğer sitelerdeki kendi linkim üzerinden buldum :) Bir siteye üye olurken resminiz dahil o anki profil bilgileriniz ve takip ettiğiniz siteler aynen kalıyor. Eğer geçmişte takip ettiğiniz siteleri unutur ve benim gibi yeniden ulaşmak isterseniz takip ettiğiniz sitelerdeki profil kayıtlarınız üzerinden ulaşabilirsiniz.
       Bizim buralarda "kısmetmiş" derler. Demekki ısrarcı olmasam ilk takipçimi kaçıracakmışım :) Ezgi'nin Günlüğü olmasa başkası olurdu elbette, ama o zamanda ben bu satırları yazma ihtiyacı hissetmez, Sadece "ilk takipçim hoşgelmiş" der geçerdim. "Atatürk Heykeli'nin konu ile ne ilgisi var" diye düşünenler mutlaka olacaktır. Şöyleki; madem bir blog sayfası açmışım, güzel şehrimin en değerli simgesini ilk takipçime hediye olarak göndermek isterim!

İLK TAKİPÇİM HOŞGELMİŞ :)

19 Mart 2012 Pazartesi

Fetih 1453

       " Fetih 1453 " e emeği  geçen herkesi kutlamak isterim. Sonunda geçtiğimiz Pazar günü vakit bulup izleyebildim.  29 Mayıs 1453 ün filmi artık yapılmalıydı, harika olmuş. Yalnız yaralı askerin zırhının pansuman makası ile kesilmesi biraz komik kaçmış, sahnenin ciddiyetine uymamış :) Fatih’in babasını hatırlayıp, oğlu Bayezit'i  yanına çağırıp sarıldığı sahne zihnimde yer etti. Başka da var elbette ama o sahne çok etkiledi  beni;  Bir Osmanlı Padişahı çocukluğunda babasına sarılmak istediğinde babası  ( Sultan II. Murat ) yanından geçip gidiyor. Fatih bu olayı hatırlıyor ve kendisine "sultanım"  değil de "baba" diye seslenen oğluna ( II. Bayezid ) sarılıyor.
         Eleştiri olmadan olmaz; Bilgisayar Efektleri ile oluşturulan sahneler çok belirgin olmuş, dikkat çekiyor. Kostümler için çok para ve emek harcandığı belli ancak Fatih'in zırhını yaparken beden ölçülerini tutturamamışlar :) Şunu mutlaka yazmalıyım ; Film için 3 saatten fazla kapalı bir salonda oturdum ama zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Filmi hiç sıkılmadan  izledim. Bence yönetmen zamanı iyi kullanmış. Filmin sonunda bir de şunu hissettim; Bize İstanbul'un Fethini anlatırlarken Fethin çok kolay olduğu gibi bir izlenim vermişler. En azından bende öyleymiş, filmi izleyince farkettim :)
       Şimdi sırada " Çanakkale 1915 " var. Bu filmin gerisinde kalmayan bir prodüksiyonla, hatta çok daha ileri bir prodüksiyonla " Çanakkale 1915 " mutlaka bir sinema filmine aktarılmalı! Fetih'in 6 milyon izleyiciye yaklaştığı söyleniyor, Çanakkale 10 milyonu geçecektir. Ancak yapımcı ucuza kaçarsa film elinde kalır, onu da vurgulayayım. Sanki öyle bir film çalışması olduğunu duydum. Ekim 2012 ye yetiştirmeye çalışıyorlarmış. Bir yıldan daha kısa  sürede çekilen bir Çanakkale filmi bence doyurucu olmaz. Bakalım, İnşallah güzel bir film olur, ama dediğim gibi " Fetih 1453 " ün gerisinde kalmamalı kesinlikle . 

2 Mart 2012 Cuma

Afiyetle...


       Aslında ikinci yazımı  farklı bir  konudan seçecektim ama geçen hafta öğle yemeği için girdiğim bir yer çok dikkatimi çekti. Dışarıdan farketmemişim,  içeriye  girince  karşılaştığım  görsellik ve sunumdan çok hoşnut kaldım. Sofra düzenini, " el işi " çatal  bıçak  kılıfını, ev yemeklerinin  lezzeti  ve çayın sunumunu  işletmenin boyutu  ile kıyaslayınca  kesinlikle behsetmem gereken  bir konu oldu  benim  için. Gerçi bu gün itibarı ile takip eden      
kimse yok ama olsun :)takip eden birileri olmasa da bloglar arasında gezinirken okuyan birileri çıkabilir.
       Sürekli gittiği güzel mekanlardan bahseden, Avustralya'dan balina fotoğrafları gönderen,  avukat,  serbest gezi yazarı, blog yazarı,  kedi sever  ve  meraklı  bir  hanımefendiye  nispet  olsun diye de bu yazıyı  yazmaya  karar vermiş  olabilirim  :) 
       Bu arada, ne yediğimden de bahsedeyim; Fotoğraflar güzel ama yeterli  değil elbette. Başlangıçta erişteli yeşil mercimek çorbası, ana yemek olarak pastırmalı kuru fasülye ve pilav, yanında da mevsim salatası. Yemekten sonra çay ikramı küçük kurabiyelerle birlikte yapılıyor. İlla bir öğün için kalkıp Samsun'a gelecek haliniz yok elbette :) ama olurda bir gün yolunuz Samsun'a düşerse, bir de canınız ev yemeği çekerse aklınızda bulunsun.
       Bu yazıyı hazırlarken amacım; severek yapılan bir işin nasıl keyif verdiğini vurgulamaktı. Umarım bu duyguyu size de aktarabilmişimdir. Yolu Samsun'dan  geçenler!  iki kardeş  hanımefendinin işlettiği ve tüm yemekleri "ev yapımı" olan, hamburger hariç :) ,  bir nevi "hobi evi"  tarzında  düzenlenmiş Afiyetle... - Yemek Evi'ne  uğramanızı tavsiye ederim. "Mecidiye" ile birlikte Samsun'un en eski  ve en meşhur mekanlarından biri olan "Çiftlik Caddesi" de hemen yakında. AVM lerin açılışından sonra eski şaşalı günlerini kaybetmiş olsa bile hala Çiftlik Caddesi'nin ayrı bir yeri vardır Samsunlular için. Şimdilik sağlıcakla ve hoşça kalın. Memleketimden güzel manzaralar eşliğinde yeniden  buluşmak üzere ...

AFİYETLE... : Pınar hanım - 0 362 234 07 61
Kahvaltı, Çorba, Salata, Ev Yemekleri, Tatlı Çeşitleri
Mantı, Su Böreği, Hamburger.